Büyük Torbalı

GARİPÇE TEYZE VE ANNELER GÜNÜ

REKLAM ALANI

(728x90px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.
GARİPÇE TEYZE VE ANNELER GÜNÜ
810 Görüntüleme
09 Mayıs 2015 - 8:29
REKLAM ALANI

(300x250px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.

Garipçe teyzeyi tanır mısınız?

Tanımazsınız. Huzurevinde yaşar Garipçe Teyze. Tam yirmi senedir. İki oğlu, bir de kızı vardır. Ömrü, dağlarda zeytin tarlalarında, ovalarda çamur, toz, zifir içinde tütün tarlalarında geçmiş.

Hep çocukları için çalışmış. Bari onlar hayatlarını kurtarsınlar, kendisi gibi çile çekmesinler diye…

Hepsini iş güç sahibi yapıp, baş göz etmiş. Torunları da olmuş. Hepsi mesut bahtiyarmış…

Ömrünü, hayatını, her şeyini verdiği üç çocuğu, yanlarında bir yerlere sığdıramamışlar onu. Yirmi sene önce, yağmurlu bir kış akşamı, İzmir’in kuytusunda bir huzurevinin kapısına terk edip gitmişler.

Birkaç gün sonra gelip alacağız seni demişler. Garipçe teyze önce şaşırmış, anlam verememiş olanlara, kabullenememiş, belki bu bir rüyadır diye geçmiş aklından. Ana yüreği işte, inanmak istemiyor.

Ama çok geçmeden anlamış acımasız hayatın balyoz gibi inen darbesini. Dünyası kararmış…

Kime ne diyebilirdi ki… En sevdiklerinden, canlarından gelmişti kahreden darbe.

Hayat gerçekten bumuydu acaba diye düşündü…

Çileli yaşamının ağırlığıyla çöken omuzları, bükülen beli, romatizmalı dizleriyle, nasıl baş edecekti yalnız başına bu hayatla…

Huzurevine bırakılalı yirmi yıl kadar olmuştu. Her bayram, her anneler gününde, yeniden umutlanıyor Garipçe Teyze. Otuz dokuz Bayram, on dokuz Anneler günüdür gelmediler elini öpmeye, bu Anneler gününde belki…

Yine gelmiyorlar.

Hâlbuki üstünden çıkarmadığı pamuklu geceliğini atmış, başucundaki çelik dolapta “Bayram için” sakladığı basma entariyi giymişti bu sabah, yatak komşusu rahmetli Emine hanımın ördüğü kırmızı beyazlı hırkayı da geçirmişti üstüne. Cebine üç beş tane boyalı cam şekeri de koymuştu. Hani torunları da getirirlerse… Vardır vardır, torunları olmuştur muhakkak. Kocaman olmuşlardır bile artık. Kime benziyorlardır acaba diye geçti içinden…

Yine bir anneler günü… Gelen giden olmaz.

“Kızım üşeniyormuş. Oğlumda eşi istemiyor beni. Torunlarda tanımazlar ki ninelerini” diye dert yanar dostlarına, çocuklarına bahane bulur, ümidini ikinci güne saklar.

İkinci günde gelen olmaz. Üçüncü gün de…

Göbeğine sis çöken huzurevinin bahçesinde, çıplak çınarların altında soğuk banka oturur, içinin ürpermesi rutubetten midir, yüreğindeki hüzünden mi, artık bilinmez…

O akşam yemeği boğazında düğümlenir hep. Her bayramın, her Anneler gününün sonunda olduğu gibi…

İzmir köftesi soğur, ekmek içini sosa banıp, dişsiz damağında ezerken, ağlamamaya çalışır. İstemez öbürleri görsün ağrına gittiğini.

Televizyonda Bir İstanbul Masalı’nı seyretmeyi çekmez canı bu akşam. Odasına çıkar. Yatağına oturur, sarımtırak başucu dolabının bir türlü yerine oturmayan çekmecesinden bir çizgili dosya kâğıdıyla kalem çıkarır, bir mektup yazar çocuklarına. Dizlerinin üstünde…

Önce hatırlarını sorar, tek tek, büyük oğlanla gelinin, varsa çocuklarının. Sonra kızıyla damadın, küçük oğlanla hayırsız karısının. Onlara huzurevindeki tekdüze hayatından haberler verir, ama dizindeki romatizmayı, af edersiniz küçük ihtiyacını giderirken yanma yaptığını saklar. Çektiğim acılarla keyiflerini kaçırmanın ne alemi var!

Derken, cümlenin orta yerinde sistem ettiğini fark eder. Hazır kimse yokken ağlar biraz kendi kendine.

“Evlatlarım, sizleri çok özledim. Bari iyi olduğunuzu bilsem, bir haber gönderseniz… Neyse, siz iyi olun da, Allah’ıma şükürler olsun, benim için üzülmeyin… Gözlerinizden öperim!” diye bitirir. “Anneniz Garipçe” diye yazar altına.

Çocuklarına yazdığı bu elli sekizinci mektubunu, sararmış diğerlerinin üstüne koyar. Adresini bilmez ki göndersin.

Gözünün önünden neler geçiyordu…

Köydeki evin kerpiç duvarının dibindeki taşlara oturup komşuları ile sohbetlerini, el feneriyle akşam komşu gezmelerini, çeyiz sandığını, dantellerini, oyalarını…

Hepsi hayal olmuştu.

Bu acımasız hayattan geriye kendisine kalan, iri düğmeli eski bir hırka, bir şalvar, kenarlarını elleriyle işlediği bir oyalı çember…

Gözlerinden yaşlar süzüldü… Seyyar satıcıdan yirmi liraya aldığı bir tarafı çatlak, kalın camlı, iri çerçeveli gözlüğü buğulandı gözyaşlarından. Başındaki çemberin ucuyla önce gözlerini sildi sonra gözlüğünü.

Hırkasının sarkan cebinden, uzun süre kullandığı, yumaklaşmış kağıt peçeteyi çıkardı. Burnunu sildi ve o yumağı tekrar cebine yerleştirdi.

Soyunmaya mecali kalmamıştır, yatağına uzanır, yüzünü duvara döner, ellerini dizlerinin arasına sıkıştırır, Allah’ına sitem eder biraz, bir “Rabbiyesir” okur mırıldanarak, iki damla göz yaşı akar yastık yüzüne, yumar gözlerini Garipçe Teyze…

Dışarıda hayat bütün acımasızlığıyla devam ediyordu.

Ve uzak bir mekandan, bir müzik sesi duyuluyordu gecenin derinliğinden. Orhan Gencebay söylüyordu.

“Batsın bu dünya, bitsin bu rüya.”

Rüya değil bu Garipçe Teyze.

Gerçek dünya…

Anneler günün kutlu olsun Garipçe Teyze…

Tekrar buluşabilmek umuduyla esen kalın.

REKLAM ALANI

(728x90px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.
PİYASALARDA SON DURUM
  • DOLAR
    -
    -
    -
  • EURO
    -
    -
    -
  • ALTIN
    -
    -
    -
  • BIST 100
    -
    -
    -
KÖŞE YAZARLARI
Hava durumu
İMSAK-
GÜNEŞ-
ÖĞLE-
İKİNDİ-
AKŞAM-
YATSI-

Tüm Hakları Saklıdır. Torbalı Web