“Bir Söz” : Adaletsizligi engelleyecek gücünüzün olmadigi zamanlar olabilir. Fakat itiraz etmeyi beceremediginiz bir zaman asla olmamali. Elie Wiesel
Siir, dile karsi bir savasim içindedir çünkü bilinen kaliplari yikarak ilerler. Dilin söylemini kendi özünde degistirerek, rotasini farklilastirarak yapar bunu, hem içerik hem de yapi olarak kendine tabi kilar. Günlük dil kullanimindan soyutlayarak olmasi gerekene dönüstürerek yapar. Göethe “sair kisisel duygularini anlatmaktan ileriye gidemedigi sürece
ona sair denemez; dünyayi kendine mal etmesini bildigi, bunu
dile getirebildigi zaman sair olur” der. Siir sanki sizi sair olmaya zorlar. Oturup duygularinizi siir formatina döküp yazdiginizda siir degil siirimsi olur. Siir sürükleyendir, siz siiri sürükleyemezsiniz. Eger anlatim diliniz ve siir bilginiz yoksa yazdiginiz yine siir olmaz, günlük anlatim dili içinde hapsolur, kaybolursunuz.
Edwin Brock (19 Ekim 1927 – 7 Eylül 1997) Ingiliz sair. Son yüzyilin en iyi 2 siirini yazdigi kabul edilir. Londra dogumlu Brock, üniversite öncesi sertifikasi alinca okul yasami sona erer. Siire ilgisi can sikintisindan aldigi antoloji ile 18 yasindayken baslar. Önceleri küçük dergilerde ve gazetelerin eklerinde siirleri çikmaya basladi. Polis memurlugu da yapan Brock, ABD’de taninan biri oldu. Reklam metin yazarligi için polisligi birakti. Gazete ve dergilere yazilar da yazdi, siir dergisi editörlügü de yapti. Bir düzineden fazla siir kitabi, bir roman ve bir otobiyografisi vardir. Yogun duygu ve esnek bir tarzi yansitir siirleri.
Haydar Ergülen (14 Ekim 1956 Eskisehir) Türk sair.
14 Ekim 1956’da Eskisehir’de dogdu. Ilk ile ortaokulu Eskisehir’de, liseyi Ankara’da okudu. Orta Dogu Teknik Universitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümünü bitirdi. Anadolu Universitesinde arastirma görevlisi olarak çalisti. Istanbul’da reklam yazarligi yapti. Anadolu Universitesi’nde yayimcilik, reklamcilik ve Türk Siiri dersleri verdi. Halen Bahçesehir Universitesi Iletisim Fakülesi’nde, ‘Yaratici Yazarlik’ ve ‘Türk Siiri ve Sairler’ dersleri vermektedir. 1980 sonrasi Türk siirinin önemli isimlerindendir. Siirleri kadar denemeleri ve siir degerlendirmeleri ile ilgi uyandiriyor. Rasyonalite ile ironi arasinda salinan duygudurum debisi yüksek siirler yaziyor.
Fazil Hüsnü Daglarca (26 Agustos 1914 – 15 Ekim 2008), ünlü Türk sairi.
Daglarca, Cumhuriyet döneminin, özellikle ikinci kusak sairlerinin en özgünü, nicelik ve nitelik bakimindan en verimlisidir. Gerek dili, sözcükleri, gerek temalari, siir kaliplari ile kendinden önceki sairlere benzemedigi gibi, çagdaslarina da benzemez. Onun kadar hiçbir sairimiz, hiçbir sanatçimiz, gerek yerlebir gerçege; gerek insan denen bilinmezin çekirdegi çocuk’tan baslayarak Tanriya; Tanri’yi da, insan aklinin yüzyillardan bu yana vardigi Evren kavramini da asan, ancak engin bir sezgiyle (aklin durdugu yerde baslayan sezgiyle) alacakaranlik halinde sezebildigimiz gerçeküstü gerçege böylesine sairce kanat açamamistir.
Daglarca, Fransizlarin Victor Hugo’ya yakistirdiklari mâge (büyücü, müneccim) sözüne, dünya ölçüsünde, belki en çok hak kazanan, antenleri gözle görülür dünyaya oldugu kadar, gözle görünmeyen, insan aklini asan sezgiler dünyasina pencereler açan tükenmez, tükenecek sandigimiz bir anda, yeni yeni sezgileriyle insani sasirtan, kaynagi kurumaz bir sairdir: Yüz-binlerce çagri bana, yüzbinlerce / Sasar kalir suracikta yüregim (Deliböcek).
Toplumculugunun temelinde insana ve insan hayatina saygi yatan Daglarca, bu yüzden hiç bir edebî akim ve kisiden etkilenmeden kendi kozasini örer. Çok yazan ve üreten bir sair kimligiyle, bagimsiz
kalarak hiçbir sairden etkilenmemis, hiçbir akimin etkisinde kalmayarak siirlerini yazmistir. Onun sanat anlayisini su cümlesi özetler:
“Sanat eseri hem bir saat gibi içinde bulundugumuz zamani, hem de bir pusula gibi gidilmesi gereken yönü isaret etmelidir.”
Genç yasta yitirdigimiz Nilgün Marmara’yi bir siiriyle aniyoruz.
Siirle Kalin,
“Konu Sairlerden”
Deniz, Deniz
Bir evde
Uçurumun ucundaki bir evde
Pencereler kapali olsa bile
Duyabilirsiniz denizi
Fakat geceleyin
Yesil ve kahverengi yaprakli
Solmus duvarkagitli
Küçük yatak odanizda
Açik birakirsiniz pencerenizi
Rüzgara
Ve uykunuzda bile duyarsiniz
Denizin kiyiya vurusunu ve
Çekilisini ve kiyi taslarinin
Geri ilk çiktiklari yere dönüslerini
Fakat dünyanin ucu
Parçalaniyor
Ve evler,açik ve kapali pencereleriyle
Denize düserler
Dükkanlari ve kiliseleriyle
Efsaneye gore firtinalarda
Hala çalan çanlariyla
Ve bu asinmaya dayanikli
Sik görünümlü evler
Pencereleri açik
Ve arkasinda rüzgar olsa bile
Hep fisildar deniz uzaktan
Kaybolur düslerin sohbetinde
Su ana dek
Çok az zaman kalmasiyla
Hemen hemen hiçbir bos ev
Yakininda yada uzaginda olmaz denizin
Duvar kagitlarini degistirmek durumunda kalsaniz bile
Edwin Brock
Çeviri : Mehmet Bardakçi
******************************************
Ölüler
I.
cesetleri toplamak bana düstü
ölülerimin ardindan iyi konusacagim
II.
karanlik gecede bes ölü
biraz çocuk biraz delikanli tümü
umutla umutsuzluk arasinda yasarken
ölümleriyle iyiden koyulasti acinin rengi
kirildi da düslerinin en güzel yeri
sarkilarini biraktilar giderken belki bir ani
III.
animsiyorum
dügüne giden çocuklar da böyle gülerdi.
Haydar Ergülen
***************************************
Yüzükoyun
Yüzükoyun yatma diyor annem
Yatar miyim hiç,
Ister miyim
Yüzümün
Koyun oldugunu?
Fazil Hüsnü Daglarca
*
*
Sincap
Su agacin tepesinde
Var bir sincap
Ceviz kirar, yemek arar.
Her gün göremem ki
Saklar onu
Anne yapraklar.
Fazil Hüsnü Daglarca
*************************************
Manolya
O zaman da ayni karanlik
ayni yarasaydi,
Manolya delirmezden önce.
Büyükannemizin kocaman bakla bir evi,
Uzun pencereleri vardi, sedirinde
ölü dogmus fareler pembeligi.
Okurduk leziz balgamli gazetelerini
büyükbabamizin,
Oksarken ve korkarken erkek anamizdan,
Babamiz bir gilman, pir sefkat,
Acimizin cümbüsünde sarsak bir kukla,
O yokusta onursuz müezzin kuslari,
Sabaha karsilar, aksama karsilar hep,
Dizleri topunun diplerimiz olmustu,
Uzun uzadiya bir fener alayi…
Karanlik ayni, yarasa ayna,
bu eller bu yüz’den yikandiktan,
Manolya delirdikten sonra.
Nilgün Marmara